Geçmişte yazdığım yazıları burada topluyorum ( Bu yazı 27.09.2018 tarihinde sosyalhizmetuzmanlari.com sayfasında yayınlandı)
Nihat abi ile uzun uzun yapmış olduğumuz telefon görüşmelerinin birinde heyecanla bahsetmişti bu sayfadan, sen de yazı yazarsın değil mi dediğinde hemencecik kuşkusuz diye yanıt versem de bu sayfada yazmaya başlamak şimdi mümkün olabildi. Öğrenciliğimden bu yana, sosyal çalışma alanında mesleğinin içinde olmaya, elimden geldiğince bir şeyler üretmeye ve üretilen çalışmalara katkı vermeye çalışıyorum. Buradaki mevcudiyetim de bundan. Öte yandan şunu da yazayım bunu da yazayım diye düşündüğüm bir türlü fırsat bulamadığım şeyleri burada yazacağım için kendimi şanslı hissediyorum. Her ne kadar şu ara yazdığım/ hazırladığım çoğu şey akademik olsa da, burada yazacaklarım biraz hayattan hikayeler. Bunu yaparken de ilham aldığım bir kişi var, Şadiye Dönümcü. Kendisi yazan sosyal çalışmacılar ve yazarlar diyarının en naif kalemlerinden biri. Her ne kadar yazar sosyal çalışmacıları çok tanımasak da Nadire Mater, Ayşe Kilimci, Aziz Şeker ve akla gelmeyen veya benim bilmediğim çok önemli edebiyat insanlarımız var kuşkusuz ama Şadiye Dönümcü’nün yazdıklarında gördüğümüz hayatlarına dokunduğumuz insanların hikayeleri, öyle naif ve öyle vurucudur ki … Beceremem muhtemelen onun gibi yazmayı ama benim de anlatacağım hikayelerim var.
Bu sayfadaki ilk yazıma, Türkiye’nin en popüler danışanlarından birinin hikayesini ve görünmeyen bir mesleki başarıyı anlatarak başlamak istiyorum.
Mesleki hayatımın altıncı ayında, (kuruluşun adını vermeyeceğim lakin bir dönem İstanbul’da çalışan herkesin adını bileceği, belirli bir süre çalışınca on yıllık mesleki deneyim elde ettiğiniz) suça sürüklenen çocukların rehabilitasyonunun sağlandığı bir kapalı kuruluşta çalıştım. Meslek elemanı olarak travmayla karşı kala kala deneyimleniyoruz ya burası benim için hızlandırılmış bir mesleki deneyim merkezi oldu. Ne maceralar atlattım kader arkadaşlarımla ( sonrasında bir ailenin ferdi gibi hissettiğim güzel insanlar). Çalıştığım yer, tahmin edilebileceği üzere çok yorucuydu, yıpratıcıydı ama öte yandan çok keyifliydi. Keyifliydi zira , paylaşmayı ve sevmeyi yaşayarak öğreten çocuklarla çalışıyorduk.
Ve tabi zeki, çalışkan ancak ahlak anlayışları farklı çocukların, kahramanımızın yaşadığı yer, habere konu olan mahalle. Oraya ilk kez kurum aracıyla gidişimi unutmuyorum. Polisle birlikte gidersek başımıza bir şey gelir diye kimseye haber vermeden çılgın şoförümüzle gitmiştik incelemeye. Mahallede bizi, bizim kuruluştan “kaçak çocuklar” karşılamıştı. Çocukların yuvadan geliyorlar diye bırakmıştı mahallede kontrol yapan “abiler”.
Öyle bir mahalle düşünün ki, adı her zaman hırsızlıkla ve suçla anılsın. Öyle bir mahalle düşünün ki, çocuklukta suça sürüklenmemek nadir rastlanacak bir durum. “Erkek” olmanın göstergesinin hırsızlık yapmak olduğu, çocuklara bakım hizmeti veren bir hala/teyze dışında aile fertlerinin hatta dedelerin nenelerin hırsızlık yaptığı, rivayete göre mahalleye yakın bir statta çocuklara toplu halde hırsızlık eğitiminin verildiği, esrarın sigaradan daha legal olduğu bir mahalle…
Ve çocukların zorla kapatıldığı bir merkez, güvenlik görevlileri, Jandarmalar filan… Sosyal rehabilitasyonun olmadığı koşullarda çocukları rehabilite etmeye çalışan biz. Kurumda çocuklara önereceğiniz tek şey okuyup iş sahibi olmaları. Her cümlemiz okumanın önemiyle başlıyor, hırsızlık yaparsa uzun yıllar hapis yatacağı düzenli bir hayatı olmayacağını anlatıp duruyoruz… Başka bir şansımız yok zira, çocuk koruma sisteminin halen çözülemez sorunlarından biri sosyal rehabilitasyon olmadan çocuğu suçlamak, çocuğu yaşadıklarının öznesi yapmak…Çok büyük laflar söylesek de büyük toplantılarda durumun bu olduğunu yaşıyoruz, görüyoruz.
……
Ve bir buçuk milyon kez izlenmiş bir haber. Hacıhüsrev baskını, kapı kırılmaya çalışıyor ve o görünüyor. Ve o müthiş sözleri söylüyor : Okuyom ben ya
Onun bu sözleri, her ne kadar sosyal medyada komedi malzemesi olsa da rehabilitasyonun “başarısını”, en azından o maceralı günlerin boşa gitmediğinin (her ne kadar çocuklar, hırsızlıkla ilgili bir olaya karışsalar yaşlıların paralarını emekli maaşıdır diye almayacaklarını söylemeye başlasalar da en büyük başarı bence budur) göstergesidir
Sanırım kendisinin akademik bir başarısı olmadı, muhtemel bir girdapta kayboldu (Bilsem bile paylaşamayacağım şeyler bunlar). Ama Türkiye’nin sosyal hizmet tarihinin en popüler hikayesinin habersiz kahramanının anlamsız sözleri, okumaya verdiği önem, bize, ağlanacak halimize gülünecek, gülerken de müthiş rehabilitasyon başarımızı aklımıza getirebilecek bir anı olarak kaldı.
On ay çalıştığım bu kuruluşta kimsenin hayal edemeyeceği, dezavantajlı damgalanmış çocukların başarı öykülerini de , (halen bir kısmıyla da görüşüyorum), hayatın içinde kaybolan çocukları da gördüm. Tıpkı diğer sosyal hizmet kuruluşları gibi. Ve onlardan çok şey öğrendim onlarla çok şeyi gördüm, tıpkı diğer çocuklar gibi…
Ama en çokta iyiliğin insanın içinde olduğunu ve bir insanın hayatına dokununca bir şeylerin değiştiğini, çocukluğun büyüklere bırakılmayacak kadar önemli bir şey olduğunu ….
Her şeye rağmen onların tabiriyle Şarkiyan
Şugarız…