Bundan böyle bu blogda toplumla sosyal çalışma (sosyal hizmet) uygulamalarıyla ilgili, daha önce Toplumla sosyal çalışmaya giriş kitabımda ele aldığım hususları, güncel süreçlerle birlikte ele alan yazılar yazacağım. İlk yazı da, sosyal çalışma mesleği ile ilgili politika kararlarının ardından sıklıkla dile getirilen lobicilik mevzusuyla ilgili. Zira sosyal çalışma mesleğinde niye lobicilik yapılmıyor gibi eleştiriler son günlerde tekrar dile getirilmeye başlandı.
Yazıya başlarken, kavramları açıklamakla fayda var önce her zaman olduğu gibi. Lobicilik yasanın, normun, düzenlenmenin ve genel olarak müdahalenin ve kararın oluşturulma, uygulama ve yorumlanma süreçlerinde kamu erkini, dolaylı ya da dolaysız olarak etkilemeye yönelik girişimleri içeren (Farnel, 1994, s. 20) faaliyettir. Lobiciliki ile ilgili çokça tanım var (Farnel lobi kavramının ABD’de Beyaz Saray’ın yanmasının ardından geçici olarak otelde kalan Başkanı bekleyen insanlardan geldiğinin rivayet edildiğini aktarıyor). Farklı ülkelerde de lobicilik faliyetleri gerçekleşse de kavramın “Amerikalı” bir kavram olduğunu söylemek mümkün. Ülkemizde lobicilik genellikle dış güçlerin dışarıda ülkemizle ilgili kampanyalar yürüttüğü araçlar (Yahudi Lobisi, Ermeni Lobisi gibi) olarak biliniyor. Her ne kadar kavram bize yabancıysa da lobicilik bizim ülkemizde sıklıkla yapılan bir faaliyet(Not: Kuram III derslerinde sorarım ülkemizde kim lobi yapar diye, pek yanıt gelmez). Ülkemizde hemşeri derneklerinin, meclisin her köşesinde işlerini yaptırmak için bekleyen insanların yapıp ettiklerini lobicilik olarak adlandırmak mümkün.
Lobicilik tanımda da görüleceği üzere iki türlü şekilde gerçekleşebilir: dolaylı veya doğrudan. Dolaylı lobicilik halk tabanlı lobicilik olarak da adlandırılabilir, toplum örgütlenmesinden edinilen güçle baskı unsuru olmakla ilgilidir. Türkiye’de kadın hareketinin çalışmalarıyla örneklendirilebilecek bu lobicilik çalışması, iyi bir toplum örgütlenmesini şart koşmakta. Sosyal medya savunuculuğu ile perçinlenen lobicilik faaliyetlerinin ülkemizde baskı unsuru olabildiğini görüyoruz. Ancak burada bir not düşmekte fayda var. Tek başına sosyal medya savunuculuğu çalışmaları yeterli değildir. Toplumsal farkındalığın, kamuoyunun desteğinin olması elzemdir.
İkinci tür lobicilik doğrudan lobiciliktir.Doğrudan lobicilik bilgi alışverişinin veya iletişimin yorum gerektirmeyecek biçimde doğrudan doğruya lobici ile karar alma organı arasında gerçekleşmesi ile ilgilidir (Gülbaş,2007). Psikologların taleplerini Yeşilay Başkanı ve Başkan Yardımcısı aracığıyla Cumhurbaşkanlığına iletmesiyle örneklendirilebilecek bu durum, dolaylı lobicilikten daha kolaydır ve etki mekanizması daha güçlüdür. Ancak unutulmamalı ki psikologlar etkili bir sosyal medya kampanyası yapmasalar, kamuoyu oluşturmasalar, bu hususun doğrudan lobicilik konusu haline gelmesi mümkün olmayacaktı.
Sosyal çalışma mesleğinin siyasetle kurduğu zayıf bağ (bu konuyu siyaset ve sosyal çalışma ilişkisini Türkiye için düşünmek adlı bir çalışmamda daha detaylı anlattım) bizim doğrudan lobicilik çalışmaları gerçekleştirmemizi engelliyor. Sosyal çalışma mesleğinin siyasi figürleri yok denecek kadar az. Bu nedenle doğrudan lobicilik gerçekleştiremiyoruz. Dolaylı lobicilik gerçekleştirecek kadar tanınmıyoruz. Sosyal çalışmacıların asıl gücü, danışanlarla kurduğu ilişkiden gelir. Biz bu ilişkiyi takım elbiseye sığdırdığımız için kurduğumuz bağlar dolaylı lobicilik için bir araç olmuyor.
Bu çerçevede, dolaylı lobicilik için daha fazla ağa, doğrudan lobicilik için siyasette daha fazla figüre ihtiyacımız var. Peki nasıl yapacağız diye sorarsanız, siyasi sosyal çalışmanın bu bağlamda önemli bir araç olduğunu düşünüyorum. Siyasi sosyal çalışma alanı geliştikçe, doğrudan lobicilik çalışmalarının da artacağına inanıyorum.Bu bağlamda son söz olarak sosyal çalışma mesleğine farklı pencerelerden bakmak bize yeni kapılar açabilir diyerek yazıyı tamamlıyorum.
Bahsi geçen makale için tıklayınız
Not: Meslek elemanların tek bir çatıda toplanması yaptırım olmaksızın mümkün değildir. Meslek yasasının yakın zamanda çıkmayacağı ortadayken, niye bir olamıyoruz tartışmalarını bir kenara bırakıp, bir olalım söyleminin içini doldurmak gerekir diye düşünüyorum. Ortak dertlerimizden başlayabiliriz. Sosyal hizmet mesleğini tüm Türkiye’ye tanıtmakla başlayabiliriz mesela.